12 Şubat 2012 Pazar

KENDİME NASİHATLER

Geçmişi hatırlamak ölmekten daha çok acıtırmış. Ölümü tatmadığımız için bilemeyiz ama söylemesi kolay derler ya, evet geçmişi hatırlamak ölmekten acı. Geçen her saniye birer toplu mezar. Biyolojik olarak bir daha geri gelmeyecek olan insan, hayvan, bitki... Matematiksel olarak bir daha geri gelmeyecek olan zaman, an; ya da ışık, sıcaklık, koku, ses o mezarın içinde... Örnekler uzadıkça kayıplar artıyor; kayıplar arttıkça acı artıyor; acı arttıkça biyolojik ölüm daha cazip hale geliyor.

Hatıraları mezara gömmek va daha sonra onları sistematik biçimde ziyaret etmek gibi garip bir görev üstlenmişiz yaşarken. Geri dönüşüm kutusu olmayan bu hayatın her şeyi bir kere yaşanacak ve bir kere o mezara girecek. Fakat mezara gömdüklerini ziyaret etmenin sınırı yok, onlar hep seni bekliyor olacak. Sen eşelemeyi iyi bilirsin. Derinlerde seni sarsacak bir şeyler bulmak senin için bir marifet değil. Zamanla hazine değeri taşıyacak olan hatıralar mesela...

Kıyameti tekrar yaşar gibi yüzleşiriz onlarla. Her an bir bir çıkar karşımıza kafamızın içindeki amel defterinde.

Burada yaptığın iyilikler seni cehennemden kurtarmayacak; sadece yüzünde hafif bir tebessüm bırakacak ama bir daha o anın gelmeyecek olmasının hüznüyle bir "ahh" çekeceksin. Kafandaki Münker ve Nekir sana "Neden böyle yapmadın?" ya da "Böyle yapsaydın bunlar olmazdı." der. Keşke diyecek misin? Senin hiç keşkelerin olmamıştı. Şimdi der misin?


"Mezara gömdüklerimin anısına..."